Türkan Şoray’ı keşfeden, Cüneyt Arkın’ı ölümden kurtaran, ömrünü Yeşilçam’a adayan bir usta: Türker İnanoğlu

Yeşilçam’ın yaprakları birbiri ardına dökülüyor. Hemen her ay bir sinema emekçisinin vefat haberini alıyoruz. 2024’te kaybettiğimiz isimler arasında Hikmet Taşdemir, Serdar Kebapçılar, İsmet Nedim, Sevda Ferdağ, Kayhan Yıldızoğlu, Arif Keskiner, Birsen Kaya ve son olarak da Türker İnanoğlu yer alıyor.

Ancak bu isimler arasında Türker İnanoğlu farklı bir yerde duruyor.

“Bay Sinema”, “Oyuncu Fabrikası”, “Yeşilçam’ın Babası” lakaplarıyla anılan İnanoğlu bizlere sadece birbirinden değerli filmler armağan etmedi, Yeşilçam’da dayanışma ve vefa denince de akla gelen ilk isimlerden biriydi.

‘ARAP SENİ ÇAĞIRIYOR’

İnanoğlu’nun sinemayla tanışması 1950’li yıllarda oluyor. Kanlıca’daki komşuları evini ara ara filmcilere kiraya veriyor. Bir seferinde müsait olmadığı için filmcilerle İnanoğlu’nun muhatap olmasını rica ediyor. Filmciler İnanoğlu’nun enerjisini ve iş bitiriciliğini görünce ona asistanlık teklif ediyorlar. Domino taşına ilk vuruş da bu sayede gerçekleşiyor.

Ama yanlış anlamayın; filmcilik, tiyatroculuk o yıllarda muteber meslekler değiller. Lütfi Akad’ın deyimiyle; mahkemede şahitliği bile kabul edilmeyecek kişiler olarak görülüyorlar.

İnanoğlu birkaç filmde asistanlık yapmaya başlıyor ama sinemayı esas öğrendiği ismin Lütfi Akad olduğunu söylüyor. Sette çok sert bir yönetmen Lütfi Akad. İnanoğlu da bir o kadar havai. Bu yüzden sürekli sete geç kalıyor. Lütfi Akad ona her seferinde kızdığı için bir gün koltuğunun altında koca bir duvar saatiyle çıkageliyor. Saat durduğu için geç kaldığını ispat ederken herkesi güldürüyor.

Bir başka gün de maça gittiği için Lütfi Akad tarafından setten kovuluyor. Bir dayak sahnesi çekiliyor o anda ama İnanoğlu kovulduğu için devamlılık kaçıyor, işler hepten sarpa sarıyor. Lütfi Akad setten birini görevlendiriyor, o da İnanoğlu’na gidip, “Arap seni çağırıyor,” diyor. İnanoğlu biraz mırın kırın etse de Lütfi Akad’a bir baba olarak sarılıyor sonra.

‘İNANOĞLU BENİM HAYATIMI KURTARDI’

İnanoğlu’nun en büyük yeteneği halkı tanımaksa, ikinci büyük yeteneği halkın ne tür filmler seveceğini öngörüp hemen harekete geçmesinde yatıyor.

Bunun ilk örneklerinden biri meşhur Kara Murat serisi.

O yıllarda Kara Murat, Günaydın gazetesinde çizgi dizi olarak yayınlanıyor. Halk bu seriyi öyle seviyor ki gazetenin satışları bir anda 60 bin civarında artıyor. İnanoğlu da hemen bir anlaşma imzalayıp sete çıkıyor. Başrolde de avantür filmlerin ünlü ismi Cüneyt Arkın var.

Cüneyt Arkın’la İnanoğlu’nun dostluğu epey uzun sürüyor. Hatta İnanoğlu hem Cüneyt’in hem de onun çocuklarının nikâh şahitliğini üstleniyor. İş bu kadarla da kalmıyor tabii. Bir dönem Cüneyt alkolizme yakalanıyor. Pamuk gibi insan, içinde kavgacı birine dönüşüyor. İnanoğlu onun alkolden uzaklaşmasına yardım ediyor. Yurtdışından getirttiği bir ilacı çaktırmadan Cüneyt’in içeceğine koydurtuyor. Böyle böyle alkolden tiksinmesine sebep oluyor. Cüneyt Arkın bu olayı, “İnanoğlu benim hayatımı kurtardı,” diye yadediyor.

CHAPLIN’İN ETKİSİ

İnanoğlu’nun seri filmlerinden bir diğeri de Yumurcak filmler. Yumurcak da zaten kendi oğlu İlker İnanoğlu. İnanoğlu’yla Filiz Akın’ın çocuğu olan İlker’in herkes tarafından çok sevilmesinin başlangıcı bir fotoğrafa dayanıyor. Bir seferinde Filiz Akın Şarlo, İlker de evsiz bir çocuk kılığına girip Chaplin’in “The Kid” filmindeki gibi bir poz veriyorlar. Bu fotoğraf çok tutunca İnanoğlu birkaç deneme yapıyor İlker’le. İyi bir etkileşim yakaladığındaysa başlıyor birbiri ardına filmler yapmaya. İlker o kadar popüler oluyor, o kadar seviliyor ki kariyeri şimdilerde bile devam ediyor.

ROMEO-JULIET: GIRGIRİYE

Bir film serisi de “Gırgırıye”. Müjdat Gezen bir gün İnanoğlu’na uğruyor. Elinde de bir tiyatro metni. İnanoğlu sorunca, Müjdat da bunun yeni oyunları olduğunu, Romeo ile Juliet’i Çingenelere uyarladığını, Montegue ile Kapulet ailelerinin düşmanlığını Ayıcılarla Kalaycılar üzerinden yazdığını söylüyor. İnanoğlu askerliğini Hacıhüsrev’de öğretmen olarak yaptığı için Çingeneleri tanıyor. Bunun iyi bir fikir olacağını düşünüp, “Gel bunu film yapalım,” diyor ve 15-20 gün sonra hemen sete çıkılıyor.

Sonra mı?

Film o kadar tutuyor ki seriye bağlıyor. Hatta ilerleyen yıllarda “Cennet Mahallesi”ne dönüşüyor ki onun yapımcılığını da İnanoğlu üstleniyor.

‘BENİ KEŞFETMESEYDİ ŞİMDİ FATİH’TE DÖRT BEŞ ÇOCUKLU BİR NİNE OLURDUM’

İnanoğlu bir oyuncu fabrikası demiştik.

Kimleri kimleri sinemacı yapmadı ki…

Bu isimlerin belki de en parlak olanı Türkan Şoray.

Yıl 1960. “Köyde Bir Kız Sevdim” filminin hazırlıkları yapılıyor. Kızı oynayacak isim Emel Yıldız, namıdiğer Panter Emel. Emel bir gün sete Türkan Şoray’la geliyor. Türkan 15-16 yaşlarında. İnanoğlu Türkan’ı görünce hemen fikir değiştiriyor tabii. Ertesi gün evine birilerini yollayıp şirkete davet ediyor. Böylece Türkan ilk setine çıkıyor.

Gerçi Emel Yıldız bu duruma çok bozuluyor, çok içerliyor ama yıllar sonra, yerini Türkan Şoray gibi birine bıraktığını da gururla söylüyor. Türkan da, “İnanoğlu beni keşfetmeseydi şimdi Fatih’te dört beş çocuklu bir nine olurdum,” diyor.

‘SANA ÇOK BENZEYEN BİRİNİ GÖRDÜM’

İnanoğlu’yla hem iş hem dostluk anlamında yakın bir ilişkisi bulunan bir diğer isimse Hulusi Kentmen. Hulusi Kentmen o yıllarda deniz astsubayı ve Kasımpaşa Askeri Hapishanesi’nin müdürü. İnanoğlu’yla setten evvel tanışıyorlar. Asker kaçağı olan bir ışıkçı bir süre burada yatınca İnanoğlu, Kentmen’i de ziyaret ediyor.

Yıl 1960. “Yangın Var” filmini çekiyorlar. Kentmen setteyken bir bakıyor yoldan resmî araç içerisinde paşa geçiyor. Hem de göz göze geliyorlar. Kentmen hızla içeri girip üstünü değiştiriyor, daha çekilecek onlarca sahne var ama o hiç kimseyi duymadan çıkıp bir taksiye atlıyor, doğru hapishaneye. Artık paşa yolda bir yere mi uğruyor nedir, Kentmen ondan evvel varıyor hapishaneye. Paşa, “Sana çok benzeyen birini gördüm, ikizin falan var mı?” yollu sorular soruyor gerçi ama bu tehlike de böylece atlatılıyor.

Bunun dışında Erol Taş’ı hamallıktan alıp oyuncu yapan da, Kartal Tibet’le Cüneyt Arkın’ı şaka yollu yarıştırıp birbirinden değerli aksiyon sahnelerini çeken de, Necdet Tosun’un yaptığı tatlıyı saklayıp sette herkesi gülmekten kırdıran da yine İnanoğlu.

HAPSEDİLEN SENARİST

İnanoğlu her yönüyle bir sinema insanı. İyi filmin kokusunu bin kilometreden aldığı için çoğu kere senaristlere nasıl bir film yapmak istediğini anlatıp onlardan öyle iş kabul ediyor. Çok disiplinli biri olduğu için de yeri geliyor senaristleri kendi evinde ağırlıyor. Tabii bunu da yine kendi muzipliğiyle yapıyor.

Günün birinde Bülent Oran ona söz verdiği senaryoyu geciktiriyor de geciktiriyor. İnanoğlu da alıyor onu Kanlıca’daki yalısına götürüyor. Bütün ihtiyaçları için bir hizmetçi görevlendiriyor ve de evin koca koca köpeklerini bahçeye salıyor. Bülent Oran da köpeklerden korktuğu için bir türlü dışarı çıkamıyor. İnanoğlu şart koşuyor; ‘senaryoyu verene kadar buradasın’ diyor.

TAVLA OYNARKEN YAKALANIYOR

Yeşilçam’ın bir başka duayen senaristi Safa Önal’ı da bir başka senaryo için Şile’ye gönderiyor ama bakıyor ki gelen giden bir şey yok, atlayıp Şile’ye gidiyor ve Safa’yı kahvede tavla atarken görüyor. Safa mırın kırın yapıp, az kaldı diye sıvışıyor tabii. Bir iki saat sonra İnanoğlu daktilo seslerini takip ede ede onu bulunca senaryonun henüz otuz dördüncü sayfasında olduğunu, yani yeni başladığını anlıyor.

Buna rağmen “Bulunmaz Uşak” adlı bu filmle iyi gişe yapıyor.

TEK BİR FİLM İÇİN

İnanoğlu sadece yapımcı olarak değil, bir sinema arşivcisi olarak da bizlere büyük bir armağan veriyor: “5555 Afişle Türk Sineması” Bu kitaba o kadar emek veriyor ki, tek bir film yapıp sinemadan ayrılmış bir yönetmenin filmi için bile hiç üşenmeden kalkıp şehir değiştiriyor, ailenin sandığından afişi çıkartıp kitabına koyuyor.

Sadece bu kadar mı?

Sinema tarihimize dair bir sürü belgeyi, makarayı, prodüksiyon aletlerini de alıp alıp sergiliyor. İnanoğlu bu yönüyle sinemamızın sırtının nereye dayalı olduğunu yeni nesle anlatmaya çalışırken, teknolojiyi de sürekli yakından takip ediyor.

Örneğin ilk video kasetleri Türkiye’ye o getiriyor. Makaraları kasete çekip binlerce şubelik kaset kiralama dükkânlarına ön ayak alıyor zamanında. Yeşilçam’ın erotik filmlerle güçten düştüğü yıllarda bu yol prodüktörlere biraz olsun nefes aldırıyor. Başka Devekuşu Kabare gibi pek çok oyunu videoya alıp bunların günümüze kalmasına da yine o sebep oluyor.

Yine aynı yıllarda bir bir kapanan sinema salonlarının satın almaya başlıyor. Büyük salonları bölerek küçük oda salonları haline getiriyor, bu sayede daha çok çeşitli filmler gösteriyor.

Üstelik hayatı boyunca doğru düzgün tatile dahi çıkmıyor. Sürekli sinema için uğraşıyor ve üç beş filmlik çalıştığını birini bile asla bırakmıyor. Filmlerden sonra dahi bir ihtiyaç halinde onun yardımına koşuyor. Halit Refiğ’e çok istediği evini yaptırıyor, İhsan Gedik gibi nice kavgacıyı emekli ediyor, her şeyden öte, herkesin unuttuğu sinema emekçilerinin cenazelerine bizzat katılıyor.

Ve daha neler neler…

Şimdi ona neden “Bay Sinema” dediklerini anladınız mı?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir